31 Mayıs 2013 Cuma

TANRININ UNUTULAN ÇOCUKLARI - HABER - KİTAP ÖNERİ




Tanrı’nın Unutulan Çocukları, on üç yaşında, zeki ama çekingen bir çocuk olan Charlie Bucktin’in bir gecede değişen hayatını anlatıyor.




Tanrı’nın Unutulan Çocukları, 1965 yılında, önyargılı ve içine kapanık insanlarla dolu Corrigan adlı hayali bir Avustralya kasabasında geçiyor. Roman; hayaller kurmayı, derin düşüncelere dalmayı ve edebiyatı oldukça seven, böceklerden nefret eden, kendini Superman’in tam zıddı olarak tanımlayan bir çocuk olan Charlie Bucktin’in penceresinin bir gece Jasper Jones tarafından çalınmasıyla başlıyor. Jasper, Charlie’yi korkunç sırrına ortak ediyor ve olaylar gelişmeye başlıyor... Jasper Jones henüz on dört yaşında olmasına rağmen içki ve sigara içen, annesi Aborijin olduğu için Corrigan sakinleri tarafından sevilmeyen ve her kötü olaydan sonra günah keçisi ilan edilen biri. Jasper, Charlie’den yalnızca bir yaş büyük olmasına rağmen ondan çok daha büyük görünen ve yaşadıkları sayesinde erken olgunlaşmış bir çocuk. Charlie’nin cılız yapısının aksine uzun boylu ve kaslı. Charlie, Jasper’ın onu içine çektiği çıkmazdan dolayı Jasper’a karşı kızgın olsa da içten içe Jasper’ın arkadaşlığından keyif duyuyor ve sırlarını kimseyle paylaşmadan gerçeği kendi başlarına öğrenmeye çalışıyorlar.


Hikâyenin geçtiği yer olan Corrigan, sırlar ve dedikodularla dolu bir maden kasabası. İnsanları önyargılı ve evhamlı. Charlie, hoşlandığı kız olan Eliza ile birlikte Corrigan’dan kurtulup Manhattan’a gitmenin hayallerini kuruyor. Kendini tanınmış bir yazar olarak şık bir dünyada sevdiği kızla birlikte hayal ediyor. Charlie ile Eliza’nın hayalleri ve Charlie’yle en yakın arkadaşı Jeffrey Lu arasındaki diyaloglar kitabın en eğlenceli kısımlarını oluşturuyor. Charlie ve Jeffrey’nin birbirlerine taktıkları lakaplar, üzerine kafa yordukları konular ve yaptıkları espriler oldukça yaratıcı. Jeffrey’nin Vietnamlı olmasından dolayı maruz kaldığı ayrımcılık ve krikete olan yeteneğinin göz ardı edilmesi Charlie’yi çileden çıkarıyor ve Corrigan’dan bir kez daha nefret etmesini sağlıyor.


60’lar ve ırkçılık

Tanrı’nın Unutulan Çocukları, geçtiği döneme özgü pek çok öğeyi de içinde barındırıyor. Ay’a yolculuk, Soğuk Savaş ve Komünizm, Vietnam Savaşı, Doug Walters ve Audrey Hepburn gibi 60’lı yıllarda popüler olan birçok şey kitapta kendine yer buluyor. Lu ailesinin yaşadıkları, Jeffrey’e “Vietkong’’ denmesi ve maruz kaldığı ayrımcılık, Jeffrey’nin “komünist’’ kelimesini bir hakaret olarak kullanması, Jasper’ın melez olmasından dolayı insanlar tarafından günah keçisi ilan edilmesi ve bir Aborijinle evlendiği için babasının yaşadıkları ve insanların bu davranışlarına anlam veremeyen, Corrigan’daki ırkçı yetişkinlerden çok daha olgun ve zekice davranan on üç yaşındaki Charlie Bucktin... Charlie’nin zekasının diğer bir kanıtı da özellikle Jeffrey ile yaptıkları tartışmalardaki çıkarımları ve her şeyi sorgulaması. Şüpheci olması. Özellikle Jeffrey ile Superman ve Batman’i karşılaştırırlarken cesaretle ilgili söylediği sözler Charlie’nin yaşına göre ne kadar zeki bir çocuk olduğunun göstergesi.
TANRI’NIN UNUTULAN ÇOCUKLARI
Craig Silvey
Çeviren: Selim Yeniçeri
Martı Yayınları
2013, 448 sayfa, 17 TL
.
Kaynak: http://kitap.radikal.com.tr/Makale/tanrim-nasil-unuttun--bu-cocuklari-362669

NİETZSCHE AĞLADIĞINDA - KİTAP ÖNERİ



Antilop ve Flurya'dan - Kitap Öneri - Hanife Bambolika


http://bambolika.blogspot.com/2013/05/antilop-ve-fluryadan.html


Antilop ve Flurya'dan



Margaret Atwood'un Antilop ve Flurya'sını biraz önce bitirdim. Bu dünyanın kahrolası kapitalist düzenini daha iyi anladım ve yaratılan distopya beni silkeleyip bıraktı sanki. Konunun sosyal ve pozitif bilimsel tasarımıyla uygulanışı bir yana hayal gücünün sınırlarının olmayışıyla, edebiyatın kucaklaşmasından nasıl harikalar çıkabileceğini yeniden anladım.


Kurguya bayıldım, sıralı değil ama ters yüz bir zaman karmaşası da yok.  Merak unsurunu köreltmeden ama okurun sabrını zorlamadan anlatımı sürüp gidiyor.  Baş karakterdeki(Jimmy)  hasarların etkisini çok betimlemeden, düşünce biçimiyle ustalıkla vermiş yazar.Geçmiş oldukça detaylı ve berrakken sonrası bulanıyor.


Bu türden fantastik eserlerde hep şu koku gelir burnuma: Sanki senaryoya kolayca çevrilebilirlik durumu vardır. Gerçi  beynimiz artık o şekilde işliyor da olabilir, yani zihnimizde sinema görüntüleri canlandırabiliyoruz belki. Bu olumsuz ya da  kısıtlayıcı bir şey mi acaba diye düşündüm okur bakımından. Yoksa yazar belki, tam da bunu hedeflemiştir.

Roman bitmiş haliyle, he sanki o bitmiş, asıl beni bitirdi, bana bakıyor, ben ona bakıyorum. Kapakta romanda bahsedilen hayvanlara daha çok benzeyen canlılardan niye kullanmamışlar, diye düşünüyorum? Yani bu türden illüstrasyon yapmak zor olmasa gerek. "Tabak kadar kanatları olan kelebekler" örneğin, benim ilgimi çekerdi. Domuzonlara benzer fareler neredeyse bizde bile vardı bildiğim; üzerinde insan kulağı büyütüyorlardı laboratuvarlarda. Demek istediğim, bence  kapak sönük kalmış romana göre.

Çeviride ufak tefek kusurlar vardı belki. Kusurların mantığı da vardı. Çünkü iki zorlu işi başarmış Çevirmen Dost Körpe(isim takma değilmiş; kuşkulanıp araştırdım). Biri zaten sözcük dağarcığı çok geniş ve halüsinasyonlar gören bir kahramanı seslendirmek, bir diğeri ise o kahramanın ortamı. Öyle bir ortam ki artık genetiğin cılkı çıkmış bir dünyada yaşıyor. Bir canlıya birden fazla canlının özelliği yerleştiriliyor ve yeni bir adı oluyor haliyle. Bu adı Türkçeye sırıtmadan çevirmek kolay olmasa gerek... Domuzon bunlardan biri, kurtek, rakunk... Yani bana çeviriler uydu gibi geldi. Gerçi avantaj da sağlamıyor değil bu durum, sonuçta bu sözcükleri Türkçeye kazandıran ilk kişi olunca, sözcüklerin olup olmadığını  karşılaştırılacak bir durum da yok.

Elbette her eseri özgün dilinden okuyacak durumumuz yok ama İngilizcemi ilerletip böyle romanları anadilinden okusam, tadına da doyum olmaz herhalde. Yaz bunu bir kenara kızım Bambolika!


Roman bittiğinde kendime ve yazmaya hevesligiller familyasına pek bir üzüldüm. 11 yaşına kadar okul görmemiş bu teyze, belki de bizim, beynimizi en taze döneminde körelten eğitim sisteminden azade bambaşka bir düşünce biçimi geliştirmişti. Çalışarak, didinerek yaşadıkları ve düşledikleriyle harman yapıp böylesi yapıtlara imza atabilecek duruma geldi. 16 yaşında yazar olmak istediğine karar verdi ve kendini çok okuyan biri olarak tanımlıyor. Klasik masallar yani fantastik eserlerin atalarıyla başlamış okumaya... Daha sonraları para kazanabilmek için erotik dergilere kısa öyküler bile yazmış.

Atwood o kadar alçak gönüllü ki, twitter'dan kendisine teşekkür ettim. Yanıt verdi; teşekkür etti. Bilmem mesajım 'yazmaya hevesligiller'e gitti mi?


Araştırma yaptım, tahmin ettiğim gibi romandaki genetiğiyle oynanmış hayvanları canlandırmış birileri. Biri de bu tavşan türü; fosforlu, jel kıvamında. Sonra bunlar çok çoğalınca, onları yiyecek canlılar üretiyorlardı.



29 Mayıs 2013 Çarşamba

YENİ BİR KİTAP - YENİ BİR ÖNERİ

ŞİİRLER


Sabahın perdesi câma vurdu cânım
Güneş utangaç, âteşe atılır gönül, dilenmez
Sönmeyi bekler ol uykusuz rindân
...
Çığlık belki bir dil-i şeydâyı uyanık eyler
Aklımı âteş aldı, görünmez oldu görünen
Derdim mi yok, sözüm mü yok, söyleyin
Söyleyin efendim var mı benden bir haber


Hüseyin Salim Saraçer
Yayınevi: Sokak Kitapları Yayınları

AYNI HİKAYE

Ne zaman biraz hava almak için dışarı çıkacak olsam, bunu yapmadan önce evde kendime sözler verir dururum: "Dolap giysilerle dolu. Asla bugünlerde yeni bir şey satın almayacağım! Diyet yapıyorum, baş döndüren lezzetli kokulara kanmayacağım! Olabildiğince tempolu, çarşının içinden geçerken vitrinlere bakmadan, kendimi yürüyüş yoluna varmış bulacağım. Ondan sonra gelsin tempo, gitsin kaloriler...
Ve hep aynı hikâye...
Evden çıkıyorum ve sokağın başına varır varmaz kendimi büyük mağazaların, görkemli vitrinlerin önünde buluyorum. Sonra biraz yükselerek kendimi yukarıdan izliyor ve gördüklerimi size anlatıyorum. Bu ben miyim? Henüz yüz metre ilerlemeden, kendime verdiğim tüm sözleri unutmuş bir durumda... Bir o mağazaya bir bu mağazaya giriyorum. Sepetleri karıştırırken, sanki yürürken harcamayı hedeflediğim tüm kalorileri yakmaya çalışıyor gibiyim. Oysa temiz havayı içime çekmek, derin soluklar alarak tempolu yürümekti amacım. Şimdiyse bedenime göre kalmış son siyah bluzü karşımdaki esmer bayana kaptırmamak için müthiş bir enerji harcıyorum. İndirimden indirime, renkten renge koşuyorum. Saatler sonra eve dönerken bitkinim. Acıklı bir şekilde kendimi avutmaya çalışıyorum: "Bu fiyata bir daha bulamazdım iyi ki aldım bunları.", "Bedenime göre her zaman bulunmuyor, bulmuşken alayım dedim. İyi oldu, çok iyi oldu.", "Para bu, nereye gitmiyor ki, bugün harcamasaydım yarın harcayacaktım.", "O döneri yemeseydim tansiyonum düşecekti, o kadar uzun saat de aç kalamazdım ya!', "Neyse bu akşam yemek yemem!", "Bir yerde okumuştum bir saat alış verişte altı yüz kalori yakılıyormuş, bu durumda saatlerce yürümüş ve spor yapmış sayılmam mı!
Ö. A.

28 Mayıs 2013 Salı

Yazdığım kitaplar

 ÇOCUKLARI ÇOK SEVİYORUM

Yirmi üç yıl boyunca hep yazdım. Yazdıklarımın hepsi basıldı ve sayısını bile tam olarak bilmediğim tüm kitaplarım çocuklar için. Yazmaya devam ediyorum ve öyle sanıyorum ki hiç duramayacağım! Renk renk öyküler ve her öyküde başka bir çocuğa dokunmak, onu düşündürmek ve acaba düşündü mü diye merak etmek...
Fuar zamanı geldiğinde ve imza günü etkinliğinde çocuklarla buluştuğumda merakımı kısmen gideriyorum. Bana kitaplarımı soruyorlar, sorguluyorlar...
Görüyorum ki çok dikkatliler ve düşünüyorlar: Yaşama güzel bir bakış açısı ile başlayabimeleri için onları yazdıklarımızda sevgi ile beslemek gerekiyor. Bu mutlu ve büyük bir sorumluluk.

Özlem Aytek


Yirmi üç yılın özeti...
İşte kitaplarımdan bazıları...

















AYŞE KÜÇÜK - KİTAP KÖŞESİ



(Ayşe Küçük'ten kitap önerileri ve eleştirileri)





27 Mayıs 2013 Pazartesi

FADİŞ deyince aklıma gelenler -

Neler gelmedi ki aklıma... İlkokula gittiğim günlerde harçlıklarımı biriktirip kitap almak büyük mutluluktu benim için. Fadiş'i de kırtasiyecimiz Doğan Amca, bin türlü övgüyle tutuşturmuştu elime. Yanında da bir mendil hediye etmişti. O günlerde kullanılan kumaş mendillerden. Doğan Amca hep böyle yapardı. Duygu yüklü kitapları sattığında yanında bir mendil armağan ederdi çocuklara.
Fadiş'i elimden bırakmadan okudum. Fadişle uyudum Fadiş'le uyandım bir hafta boyunca... Küçük bir kız hatta o dönemde yaşıtım olan birinin çektiği acıları hâlâ içimde duyumsarım. Ne de çok sevmiştim Fadiş'i... Elimden gelse kitabın içine girip de yardım edecektim Fadiş'e. Onu alıp bizim eve getirecektim.
Eline sağlık GÜLTEN DAYIOĞLU

FADİŞ'İ YENİDEN OKUYASIM VAR!


Kitap Ad Yıkılmış bir yuvadan geriye kalan Fadiş, analı babalı bir yuvası olmadığından, çeşitli köy, kasaba ve kentlerde akrabalardan oluşan değişik ailelerin yanında yaşamak zorundadır. Tek dayanağı annesi Cemile'dir, ama babası onu kaçırıp annesinden uzaklaştırır. Annesi kızını aramaya başlar ve sonunda bulur. Ancak, geçinebilmek için çalışmak zorunda olduğundan, Fadiş'i aylık yollamak koşuluyla yakınlarına bırakır. Ana kızın yaşamı özlemle sürer. Fadiş'in duygu yüklü yaşam serüveni, öylesine renkli, öylesine ilginç ve sürükleyicidir ki... Yediden yetmişe herkesin kendinden bir şeyler bulduğu Fadiş'in, yaşamın zorlukları karşısında gösterdiği direnç insanlara örnek olmaktadır. Bu yüzden Fadiş, otuz beş yıldır halkın elinde, gönlünde yaşamayı başarmıştır.

26 Mayıs 2013 Pazar

KÜLTÜR HABER - GÜLTEN DAYIOĞLU - Bana Hayattayken Sahip Çıktılar


Bana Hayattayken Sahip Çıktılar


50. Sanat Yılı’nda Gülten Dayıoğlu’nun Çocuk ve Gençlik Edebiyatı’na katkıları konuşulmaya devam ediyor.
Altın Kitaplar ve İstanbul Üniversitesi Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi tarafından organize edilen “50. Sanat Yılı’nda Gülten Dayıoğlu” başlıklı bir etkinlik düzenlendi. Bir söyleşi ve bir panelden oluşan etkinlikte Gülten Dayıoğlu’nun Çocuk ve Gençlik Edebiyatı’na katkıları irdelendi.
Faruk Şüyün’un yönettiği “Bir Yaşamış, Bir Yazmış” başlıklı söyleşi ile başlayan etkinlikte Gülten Dayıoğlu, “Muradıma erdim, ölmeden böyle kutlamaları görmek çok büyük mutluluk. Bana hayattayken sahip çıktılar,” diyerek duygularını ifade etti.
Keyifli anların da yaşandığı söyleşide Faruk Şüyün’un Gülten Dayıoğlu’nun 50. Yıl kutlamaları için “düğünüm” ifadesini kullandığını hatırlatması üzerine Dayıoğlu, “Demek ki benim için en büyük mutluluk evlenmekmiş ki öyle ifade edebildim,” dedi. Çocukken yaptığı yaramazlıkları da anlatan Dayıoğlu ağaca tırmanınca büyüklerinin kendisine, “Kızım kimse almayacak seni, evde kalacaksın,” diyerek kızdıklarını söylemesi salonda gülüşmelere neden oldu.
Kız Çocuklarının Toplumdaki Yeri
Söyleşinin ardından ise “50. Sanat Yılı’nda Gülten Dayıoğlu” başlıklı panele geçildi. Prof. Dr. Cahit Kavcar’ın moderatorlüğünde yürütülen panelde Prof. Dr. Sedat Sever, Prof. Dr. Selahattin Dilidüzgün ve genç akademisyenleri temsilen Araştırma Görevlisi Melda Karagöz, Gülten Dayıoğlu’nun Çocuk ve Gençlik Edebiyatı’na katkıları irdeledi.
Prof. Dr. Sedat Sever, Gülten Dayıoğlu’nun Dayıoğlu’nun Çocuk ve Gençlik Edebiyatı’na katkıları için, “Romanlarla çocuklara düşünme yetisi öğretiyoruz, insan olmak için insana ilişkin duyarlılıkları yüreklerine veriyoruz. Gülten Dayıoğlu da çocukların belleklerine sevgiye dair kalıcı izler bırakmış, onların duyarlılıklarını ısıtmıştır,” derken Prof. Dr. Selahattin Dilidüzgün ise kitaplarda geçen kız çocuk karakterlerini anlattığı konuşmasında Gülten Dayıoğlu’nun Yeşil Kiraz ile bugün bile şiddet gören kadınların nabzını tuttuğunu belirtti. Dilidüzgün, “Dayıoğlu, tüketim kültürünün egemenliğinin artmasını fark etmiş olmalı ki bu kitapla sosyolojik bir eleştiri yapıyor ve kız çocuklarının toplumdaki yerini tespit ediyor,” dedi. Araştırma Görevlisi Melda Karagöz ise Gülten Dayıoğlu’nun kitapları ile bilimsel kurgu yaptığını ve neden-sonuç ilişkisini çok başarılı kurduğunu açıkladı.
Etkinlik katılımcılara teşekkür belgelerinin verilmesi ile son buldu. 

Kaynak: http://www.altinkitaplar.com.tr

Bambolika in the Kitchen...

http://bambolika.blogspot.com/2013/05/kaynvalidemin-buryan.html
http://bambolika.blogspot.com/2013/05/mavi-cayrn-kadnlar.html

25 Mayıs 2013 Cumartesi

TUT Kİ...

Tut ki

Tut ki şarabız yıllanmaktayız
Ondan dumanlanan dimağımız
Pespayeleşip de sirkeleşmemiz
Kokusuyla dönüp dönüp durmamız




Yaşar Enis Diker
 

BİR ŞİİR - BİR ŞAİR

Kum, hep kum
Çiçeklerin yapraklarında
Terliklerin içersinde,
Kapiyi açtigimda eşikte

Karıncaların terkisinde
Gözkapaklarımda ellerimde

Hangi rüzgar taşımakta bu kumu?
Kumdan dalgakıranlar inşaa eder
Homurtulu damperi dolu kamyonlar
Doğu, kurumuş ırmağına bir dil ararken
Suskun şadırvanların karnı guruldar
Yaşar Enis Diker

JANET KURAN - RESİM ALBUMU

 Karakalem çalışmalar



BİR ŞAİR - BIR ŞİİR

 
 
 
 
 
 
İstanbul üzgün ve ağlamaklı bugün;
Buruk bir tebessüm var yüzünde,
Gözlerinde ise hüzün..
Belli ki bir derdi var kimselere anlatamadığı..
Sorsam, söylemez..
... Gülümser sadece boşver der gibi
Ama ne fırtınalar kopar içinde..

İstanbul yalnız kız kulesine anlatır derdini
Çünkü Onu bir tek kız kulesi anlar..
Aynıdır kederleri,
Hüzünleri benzer birbirine..
Kız kulesi bilir aşk acısını,
Yalnızlığı ve özlemle beklemeyi bilir..
Onun için anlar İstanbul'u
Sessizce dinler ve anlar..

Funda Dikmen

Dan Brown ve yeni kitabı

Kitap Adı : CEHENNEM Orjinal Adı : INFERNO Yazarı : DAN BROWN Türü : Roman Çevirmen : İpek Demir Petek Demir Cehennem'in Özel Sayfası İçin Tıklayın Harvard Üniversitesi Simgebilim Profesörü Robert Langdon başından vurulmuş bir halde hastane odasında gözlerini açar. Ne buraya nasıl geldiğini ne de nasıl vurulduğunu hatırlamaktadır. Camdan gördüğü manzara karşısında altüst olan profesör, evinden binlerce kilometre uzakta, Floransa’da olduğunu anlar. Yaşadığı korkunç baş ağrısına eşlik eden tek şey; sürekli kâbuslarında gördüğü kan kırmızısı bir nehrin karşısından kendisine seslenen gümüş saçlı güzel bir kadın ve toprağa baş aşağı gömülü can çekişen bedenlerdir. Langdon gördüğü kâbusları anlamlandırmaya çalışırken kadın bir suikastçı tarafından takip edildiğini, kendine tedavi uygulayan doktorlardan biri gözlerinin önünde vurulunca anlar. Hastanede görevli diğer doktorlardan biri olan Sienna Brooks’un o ölüm kalım anında yardım etmesiyle hayatta kalır. Simgebilim profesörü kendini bir anda ipuçlarını Dante’nin cehenneminde bularak çözmesi gereken korkunç bir senaryonun içinde bulur. Floransa’nın tarih kokan dar sokaklarından Venedik’in muazzam bazilikalarına uzanan semboller zinciri Langdon’ı insanlık tarihini sonsuza dek değiştirebilecek bir mekâna sürükler. Burası üç imparatorluğun merkezi olmuş, insanlık tarihi kadar eski, dünyanın incisi İstanbul’dur. Ve bu şehirde ya insanlık tarihi baştan sona yeniden yazılacak ya da bunu yazacak hiç kimse kalmayacaktır... ….. Diz çök kutsal bilgeliğin yaldızlı mouseion’unda ve kulağını yere daya, dinle suyun şırıltısını. Batık sarayın derinliklerine in, orada, karanlığın içinde bekler khtonik canavar kan kırmızısı sularına gömülmüştür lagünün ki yansıtmaz yıldızları... ……. Dan Brown, dünyanın birçok ülkesinde çok satanlar listesine giren; Kayıp Sembol, Melekler ve Şeytanlar, İhanet Noktası ve Dijital Kale gibi kitaplarının yanı sıra tüm zamanların en çok okunan romanlarından biri olan Da Vinci Şifresi’nin yazarıdır. New England’da eşi ile birlikte yaşamaktadır.

24 Mayıs 2013 Cuma

YÜCEL KAYA, ESERLERİ VE BASINDA YÜCEL KAYA


Şu ellerin kapının sapı mıdır?
O adamlar tutuyor, Bu adamlar tutuyor.
Şu dudakların içilecek şarap mıdır?
O adamlar içiyor, Bu adamlar içiyor.
Şu tenin öksüz bir bebek midir?
O adamlar okşuyor, Bu adamlar okşuyor.
Şu kalbin bir han kapısı mıdır?
O adamlar giriyor, Bu adamlar giriyor.
Ya şu gözlerin, Gözlerin bir bulut mudur?
O adama ağlıyor Bu adama ağlıyor.
Yücel Kaya

http://www.yucelkaya.com
Yücel Kaya 11 Eylül 2010 Kitapta yazılanlar gerçek oldu ! Sadi ÖZDEMİR / HÜRRİYET Abdullah Öcalan'ın zehirlendiğine dair iddia inanılmaz bir komplo teorisinin ispatına dönüşüyor. Yücel Kaya'nın yazdığı ve 2005'te yayınlanan 'Domino Teorisi' kitabında Abdullah Öcalan'ın 'boğazındaki bir akıntı nedeniyle zehirlendiğini düşüneceği, Avrupa'dan yardım isteyeceği, bu durumun da Aysel Tuğluk tarafından tartışmaya açılacağı yazıyor. TÜRKİYE üzerine komplolar hiç bu hikáyede olduğu kadar gerçeğe yakın olmadı. Çünkü günlerdir tartışılan ve sokaklarda yer yer gösterilere yol açan Abdullah Öcalan'ın zehirlendiğine dair tartışma süreci neredeyse birebir 2 yıl önce yayınlanmış bir kitapta 'bugün yaşandığı' gibi yazıldı. Yazar Yücel Kaya'nın 1995'te 'Gizlisaklı Yayınları'nca yayınlanan 'Domino Teorisi' adlı kitabında Öcalan'ın "boğazındaki bir akıntı nedeniyle zehirlendiğini düşüneceği, Avrupa'dan yardım isteyeceği, bu durumun da Aysel Tuğluk tarafından tartışmaya açılacağı" yazıyor. Kitapta ayrıca, hedefin Öcalan'ın öldürülmesini sağlamak ve Türkiye'deki Kürtlerle Türkler arasında çatışma başlatmak olduğu, Öcalan'ı devletin değil, zehirlenip zehirlenmediğini kontrole gelecek olan yabancı uzmanların zehirleyeceği ileri sürülüyor. Kitaptaki gelişmeler ile bugün yaşanan gelişmeler tıpatıp uyuyor. Örneğin, Öcalan'ın zehirlenmesiyle ilgili tartışmaların anlatıldığı 7'nci bölümde şu ibareler dikkat çekiyor: "Hálá ne yapmaya çalışıyorsunuz? Buradaki doktorların, her an ne yapabileceği konusunda endişelerimi size daha önce bildirmiştim. Boğazımdaki akıntıyı artık durduramıyorum. Doktorlar ağır kronik anjin var dediler. Boğazımda iltihaplanmaya sebep oluyorlarmış...." 2 Mart 2007 tarihli Gündem Gazetesi'nde ise bu konudaki haber özetle şöyle: "Boğazımda acı ve yakıcı bir sıvı geliyor. Ben bu sıvıyı anlayamadım. Neden kaynaklanıyor bilemiyorum. Karaciğerden ya da akciğerden gelebilir bilemiyorum. Boğazımdaki akıntıyı sürekli temizlemem gerekiyor. O sıvıyı önlemezsem vücuduma akıyor. Akut zehirlenme olsa midemde yanma olur. Ama midemde yanma yok" 2005'te basılan Domino Teorisi romanında hedef Öcalan'ın öldürülmesini sağlamak ve Kürtlerle Türkler arasında çatışma başlatmak. Kitap bugün yaşananlara çok yakın olayları anlatıyor. Kitaptaki isimlerle bugünkü isimler bile aynı. Bu gerçeğin ortaya çıkmasından sonra ahlaksız propagandanın söz konusu romandan esinlenip esinlenmediği tartışılıyor.

YÜCEL KAYA

Yücel Kaya'nın Cariye adlı romanını herkese tavsiye ediyorum. Yücel Kaya'nın daha önce yayınlanan kitaplarından bazıları çok ses getirmişti.

Yeni bir başlangıç...

Burası yazmayı, çizmeyi, tasarlamayı seven, ilginç fikirleri olan, eleştiren ve öneren herkesin hoşça zaman geçirebileceği bir mola yeri! Ben bir yazarım ve bu benim burada ilk yazım. Fazla uzun yazmak istemedim, katılımlarınızla neler paylaşacağımızı hep birlikte göreceğiz. Amacım, ortaya çıkan her güzel işte olduğu gibi, bu bloğu hep birlikte şekillendirmek... Kitap, film, müzik, karikatür, eğlence, güncel, tarifler, moda, ilginç fikirler, pratik bilgiler, kozmetik, haberler kısacası önemli ve ilginç bulduğunuz herşey hakkında katılımlarınızı bekliyoruz. Burada, yazdıklarını bizimle paylaşacak ünlü sanatçı ve yazarlarımız, koşullar elverdiğince yazmaya ve çizmeye yeni başlayan sanatçı adaylarının yazdıklarını ve çizdiklerini eleştirecekler, önerileriyle katkıda bulunacaklar. Bilgiyi ve birikimi aktarmaktan keyif alan ustalar, buyurun, bloğumuza bekliyoruz sizleri.... Burası, şu koskoca evrende parayı hiç umursamayanların, kirasını ve faturasını ödemekte güçlük çeken ve yalnızca ihtiyaçlarını karşılayabilmek için para kazanmaya çalışanların buluştuğu ortak noktadır. Ne kadar kazanacağını saymayan, kaybettiği paranın da farkında bile olmayan, yazıp çizdikleriyle zenginleştiklerine inanan; bilgisayarın karşısında gözlüklerinin üzerinden bakan tasarımcılar, yazanlar ve çizenler; tüm sanatçılar ve sanatı sevenler; bizimle paylaşacak ne çok şeyiniz var!

Özlem Aytek

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *